Ana içeriğe atla

VEFANIN KIYMETİNİ VEFASIZLAR ÖĞRETİR!


Vefa;

işin bitince hatırlamak değildir.

Gücün varken sırtını dönüp, düştüğünde “ben fark etmedim” demek hiç değildir.


Vefa, çıkarın bittiği yerde başlar.

Sana faydası kalmayanı da insan yerine koyabilmektir.

İş görmeyeni, parlamayanı, kalabalıkta işine yaramayanı da unutmamaktır.


Vefasızlık Ne Yapar, Biliyor musun?


Vefasızlık önce inkâr eder.

Sonra küçümser.

En son da seni hiç yokmuşsun gibi anlatır.


Sana omuz verildiğini unutur,

ama senin hatanı ezberler.

Sana kapı açıldığını siler,

ama kapıyı kapattığı günü “haklılık” diye anlatır.


Vefasız insan şunu çok iyi yapar:

Kendisini hep borçsuz çıkarır.


Vefa Ne Değildir? (Burayı Atlamayın)


  • Seni en zor gününde yalnız bırakıp sonra “hayat böyle” demek vefa değildir.
  • Sana tutunarak yükselip, sonra seni “yük” ilan etmek vefa değildir.
  • Birlikte ağladığın insanı, güldüğün gün yok saymak vefa değildir.
  • Sana “canım” deyip arkandan sessizce silmek vefa değildir.



Bunlar modern hayat değil.

Bunlar karakter eksikliği.


Vefasızlık Neden Bu Kadar Yaygın?


Çünkü vefa zahmetlidir.

Hatırlamak yük getirir.

Minnet, egoyu rahatsız eder.

Geçmiş, vicdanı uyandırır.


O yüzden vefasız insan geçmişi siler.

Seni küçültür.

Hikâyeyi yeniden yazar.

Ve sonunda kendine şunu söyler:“Ben kimseye borçlu değilim.”

Ama borçlu olmamak başka,

nankör olmak başka bir şeydir.


Vefa Bir Erdem Değil, Asgari İnsanlıktır

Vefa kahramanlık değildir.

Ama yokluğu ayıptır.

Vefalı insan büyük değildir.

Ama vefasız insan küçülür.


Çünkü vefa;

seni var eden süreci inkâr etmemektir.

Ve insan, geçmişini inkâr ettiği gün

kendini de inkâr etmeye başlar.


Bu yazıyı okurken için sıkıldıysa…

Savunmaya geçme.

“Ben öyle değilim” deme.

Sadece şunu sor kendine:

“Ben kimin emeğini, sevgisini, sabrını sessizce harcadım?”

Eğer aklına biri geldiyse…

İşte o an, biraz utan.

Çünkü vefasızlıkla yüzleşmek zordur ama

utanabilmek hâlâ kurtarır.

Vefa;

hatırlamakla değil,

unutmamayı seçmekle ilgilidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DERİNE GÖMÜLEN BENLİK HASTALANIR!

 Geçen hiçbir saniyeyi geri alamadım, sade ben değil kimse alamadı ama buna rağmen sürekli zamanımızı sevmediğimiz insanlara, sevmediğimiz işlere veriyoruz.Mesala  ben her gün yazmak istiyorum ama bunun yerini benliğime asla faydası olmayan, sadece hayatta kalabilme telaşı ile en değerli yaşlarımızı maaş için harcıyoruz ve buna ironik bir şekilde kazanmak ( para kazandık) diyoruz, halbuki benliğimizi bile kaybediyoruz maalesef. Sürekli ihmal ettiğimiz benliğimiz bir yere kadar saklanabiliyor, sonra resmen hesap sormaya başlıyor ve bu seferde asla susmayan bir iç ses çıkıyor ortaya; her adıma karışma cüreti elde ederek hemde.      Özür dilerim benliğim, herkesi bu kadar önemseyip seni duymazdan geldiğim için, seni en indiğini farketmediğim için. Çoğu şeye tahammülsüzlüğüm seni anlamamaktan kaynaklanıyordu, biraz geç olsana farkına vardım. Her şeyi çözdüm dedikçe yeni yeni düğümler sıralanıyordu çünkü kendimi dinlemiyordum.Ahhh  benliğim ne çok hain vasat gör...

Zamana Yenilmek Mi Yoksa Yönetmek Mi?

Geç kalınmışlık hissini tatmayan aklı başında çok az insan olmalı. Zaman denen kavram benim gözüme profesyonel bir hırsız gibi geliyor; sürekli bize çaktırmadan hayatımızdan ve benliğimizden bir şeyler çalıyor. Bazen iyi bazen kötü bir bir şeyler alıyor ama daima sessizce alıyor bir şeyler. Bunu bize uzun yıllar geçtikten farkettirir daha doğrusu kendisi itiraf eder gibi anlamımız için olaylar yaşatır bize. Hiç kendinize soruyor musunuz zamanın gerçek amacı nedir? Hayat zaman mıdır? Çoğu zamanımızı hayatımızda bizi yeterince memnun etmeyen işlerlerle harcarız maalesef. Böyle mutsuz olmayı nerden öğrendik birileri mutluluğu da öğretsin lütfen!       Zamanımı gereksiz harcamamak adına bir sürü sonucu tatmin etmeyen girişimlerim var. Zamanında üniversitedeyken çok iyi bir girişimci olmayı dilemiştim ama böyle değildi tam olarak istediğim umarım evren de beni yanlış anlamıştır. Zamanım sevgiyle neşeyle dolu olsun sadece benim değil bütün insanlığında zaten yeterince gereksiz ...

KASİYER…

​ Bir marketin kapısından içeri girdiğinizde ilk gördüğünüz yüz çoğu zaman kasiyerin yüzüdür. Bazen aceleyle, bazen yorgunlukla, bazen de hiç fark etmeden önünden geçersiniz. Oysa o yüz, gün boyunca yüzlerce insanın ruh hâline temas eder. Kasiyerlik dışarıdan bakıldığında “basit” sanılan ama içeriden bakıldığında insanı yoran bir iştir. Fiziksel değil sadece. Asıl yoran ruhtur. Kasiyerler saatlerce ayakta durur. Beden yorulur, bel ağrır, ayaklar sızlar. Ama asıl yük zihindedir. Para üstü hatası yapmamak Ürünleri hızlı geçirmek Sırayı uzatmamak Müşterinin ruh hâlini idare etmek Bir saniyelik dalgınlık bile azar işitmeye, suçlanmaya, bazen aşağılanmaya sebep olabilir. Bu yüzden kasiyerler asla tamamen gevşeyemez. Her Gün Yüzlerce İnsan, Yüzlerce Duygu Kasiyerler sadece ürün geçirmez. İnsanların stresini, öfkesini, sabırsızlığını da önlerinden geçirirler. Sinirli bir müşteri Acele eden biri Hatasını kasiyere yükleyen bir başkası Ve tüm bunların karşısı...