Ana içeriğe atla

KELEBEKLER… (SESSİZ VE ZARİF DÖNÜŞENLER)

Kelebekler, hayata bağırarak değil, bekleyerek tutunan varlıklardır.

Bir kozanın içinde, kimsenin görmediği bir sabırla olgunlaşırlar. Dışarıdan bakıldığında durgun, hatta sıradan görünen o sessizlikte; aslında bir dönüşüm, bir hazırlık ve derin bir güç vardır.

Dünyaya acele etmeden gelen küçük mucizelerdir.

Önce sessiz bir sabırdırlar; görünmeyen bir kozanın içinde, kimse bakmazken güç biriktirirler. Sonra bir gün, tam zamanı geldiğinde, kanatlarını açarlar. Kimseye hesap vermeden… Sadece olmaları gerektiği gibi olarak.

Kelebekler bize şunu fısıldar:

Güzellik bir günde doğmaz. Kırılganlık güçsüzlük değildir. Beklemek, vazgeçmek değildir.

Onların uçuşu hafiftir ama hikâyesi ağırdır; çünkü her kanat çırpışı, geçmiş bir sabrın ödülüdür. Her güzellik zaman ister.

Her değişim, sessizlikten geçer.

Ve her kanat, önce yük taşımayı öğrenir.


Kelebeklerin uçuşu hafiftir ama anlamı ağırdır. Çünkü o kanatlar, kolay açılmaz. Öncesinde beklemek vardır, vazgeçmemek vardır, karanlıkla barışmak vardır. Bu yüzden bir kelebeğin gökyüzüne karışması, sadece bir uçuş değil; bir tamamlanmadır.


Bir kelebeğe bakınca insan kendini hatırlar.

İçinde sakladığı renkleri… Karanlıkta öğrendiği dayanmayı… Ve bir gün, hiç kimsenin alkışına ihtiyaç duymadan, kendi ışığına doğru yürümeyi.


Kelebekler kısa yaşar derler.

Oysa onlar uzun yaşamanın değil, derin yaşamanın sırrını bilir mesele uzun yaşamak değildir.

Belki mesele, yaşanılan zamanı gerçek kılmaktır.

Az ama gerçek. Sessiz ama unutulmaz.


Kelebekler iz bırakır.

Gürültüyle değil, zarafetle.

Zorlayarak değil, zamanı gelince.


Belki de bu yüzden bize bu kadar tanıdık gelirler.

Çünkü her insanın içinde;

kendi kozasında bekleyen,

doğru anı kollayan,

ve bir gün sessizce kanat açacak bir kelebek vardır. 

Bazen en büyük dönüşümler, kimse bakmazken olur.

Oysa onlar uzun yaşamanın değil, derin yaşamanın sırrını bilir.

Az ama gerçek. Sessiz ama unutulmaz.


Belki bu yüzden kalbimize bu kadar yakındırlar.

Çünkü hepimiz, içimizde bir yerde,

kanatlarını açmak için doğru anı bekleyen bir kelebeğiz. 🦋


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YAŞAMAYI SERÇELERE SORUN.

​ Serçeler: Küçük Ama Hadleri Yok Bugün serçelerle karşılaştım. Karşılaşmak diyorum çünkü bu bir “görme” değildi, resmen baskın yedim. Bir ağaca konmuşlardı. Ama öyle iki üç tane falan değil… Ağacı baştan sona donatmışlardı. Dal dal, yaprak arası, yer yer toprağa inip tekrar havalanan bir serçe organizasyonu. Üçü kadraja girdi ama belliydi: Gerisi perde arkasında. Serçeler zaten küçük olmalarına rağmen bunu asla kabullenmeyen canlılar. Kendi boyutlarıyla ilgili hiçbir kompleksleri yok. Tam tersine, sanki evren onlara biraz dar gelmiş gibi davranıyorlar. Zıplıyorlar. Durmadan konuşuyorlar. Birbirlerine laf yetiştiriyorlar. Sanki hepsinin acil anlatması gereken bir hikâyesi var. Bir tanesi yere indi. Diğeri “orası benimdi” der gibi baktı. Üçüncüsü zaten karışmaya hazırdı. Ciddiyim, serçeler tam bir mahalle ekibi. Ama en güzeli şu: Ne yaparlarsa yapsınlar hayattan kopmuyorlar. Soğuk, yapraklar kurumuş, dallar çıplak… Umurlarında değil. Hayat varsa, serçe...

KASİYER…

​ Bir marketin kapısından içeri girdiğinizde ilk gördüğünüz yüz çoğu zaman kasiyerin yüzüdür. Bazen aceleyle, bazen yorgunlukla, bazen de hiç fark etmeden önünden geçersiniz. Oysa o yüz, gün boyunca yüzlerce insanın ruh hâline temas eder. Kasiyerlik dışarıdan bakıldığında “basit” sanılan ama içeriden bakıldığında insanı yoran bir iştir. Fiziksel değil sadece. Asıl yoran ruhtur. Kasiyerler saatlerce ayakta durur. Beden yorulur, bel ağrır, ayaklar sızlar. Ama asıl yük zihindedir. Para üstü hatası yapmamak Ürünleri hızlı geçirmek Sırayı uzatmamak Müşterinin ruh hâlini idare etmek Bir saniyelik dalgınlık bile azar işitmeye, suçlanmaya, bazen aşağılanmaya sebep olabilir. Bu yüzden kasiyerler asla tamamen gevşeyemez. Her Gün Yüzlerce İnsan, Yüzlerce Duygu Kasiyerler sadece ürün geçirmez. İnsanların stresini, öfkesini, sabırsızlığını da önlerinden geçirirler. Sinirli bir müşteri Acele eden biri Hatasını kasiyere yükleyen bir başkası Ve tüm bunların karşısı...

DERİNE GÖMÜLEN BENLİK HASTALANIR!

 Geçen hiçbir saniyeyi geri alamadım, sade ben değil kimse alamadı ama buna rağmen sürekli zamanımızı sevmediğimiz insanlara, sevmediğimiz işlere veriyoruz.Mesala  ben her gün yazmak istiyorum ama bunun yerini benliğime asla faydası olmayan, sadece hayatta kalabilme telaşı ile en değerli yaşlarımızı maaş için harcıyoruz ve buna ironik bir şekilde kazanmak ( para kazandık) diyoruz, halbuki benliğimizi bile kaybediyoruz maalesef. Sürekli ihmal ettiğimiz benliğimiz bir yere kadar saklanabiliyor, sonra resmen hesap sormaya başlıyor ve bu seferde asla susmayan bir iç ses çıkıyor ortaya; her adıma karışma cüreti elde ederek hemde.      Özür dilerim benliğim, herkesi bu kadar önemseyip seni duymazdan geldiğim için, seni en indiğini farketmediğim için. Çoğu şeye tahammülsüzlüğüm seni anlamamaktan kaynaklanıyordu, biraz geç olsana farkına vardım. Her şeyi çözdüm dedikçe yeni yeni düğümler sıralanıyordu çünkü kendimi dinlemiyordum.Ahhh  benliğim ne çok hain vasat gör...